Zakir, İstanbul’daki bir cezaevinde hükümlülere gelen mektupları okuyup sakıncalı kısımları karartmakla görevli bir memurdur. Boş zamanlarında da bir yazarlık kursuna gider. Bu kurs bir yandan gizli tutkusu olan yazı yazmayı beslerken, bir yandan da iş dışında sosyalleşme imkanı sağlar.
Serhat Karaaslan, ilk uzun metrajlı filminde gözetleme üzerine düşünürken, merak duygusu ile vazifesi arasında kalan bir cezaevi memurunun gözünden otoriter rejimleri ustalıkla eleştiriyor. Derinleşen bir takıntı ve bulanıklaşan sınırlar, özel yaşamların aslında hiç de mahrem olmadığını gösteriyor.